Sanatçı kelimesi, anlamı yıllar içinde fazla genişleyerek neredeyse herkes için kullanılan bir ifadeye dönüştü. Bu fazlalıkları atıp, meselenin özüne inmeye çalışıyor ve yaratma güdüsünü kurcalıyoruz.

Zira herkesin yaptığı/yapabildiği, konuşabildiği, söyleyebildiği gibi şeyler yapmakla, sanatçı olunmaz. Konuşarak, yürüyerek, ezberleyerek sanat yapılamaz. üretim şarttır. Karakterlerinde, kurgusunda, eserinde her seferinde yeniden sahneye koyduğu şey arzusudur. Nasıl bir arzudur bu? Arzuyu sanat eserine çevirmek için kullanmak ve arzuladığı gibi yaşamak iki farklı şeydir. Dücane Cündioğlu’nun Boyunduruk & Pranga isimli felsefe dersinde yaptığı sanatçı tanımı oldukça değerlidir. “Sanatçı imgelemi idelerle temas edecek şekilde kullanan kişidir. Filozof gibi kavramdan yola çıkmaz ama ideye ulaşır. sanatçı sezgiyle elde ettiği şeyi kavrama getiremez. onu açıklayamaz fakat anlatır. ” Karşılıklı bir süreç. Oldukça kırılgan bir arzu dinamiği var burada çünkü arzusunu ortaya koyma biçiminin beğenilmesini istiyor. Manik-depresif bir ruh hali: Eserin üretim sürecindeki yaratıcı depresyon ve ortaya konan eserin beğenilmesinin doğurduğu manik hal. burada bir başka soru geliyor aklıma: Ortaya koyduğu yapıtların ilgisizlikle karşılanması halinde sanatçının ruh haline ne olur?